İlahi irade tarafından yaratılan insanlığın, dünya hayatında denenmesi ve ahiret saadetine ulaşması yolculuğunda en büyük engellerden biri, Kur’an-ı Kerim’de defaatle “apaçık bir düşman” ( adüvvün mübîn) olarak ilan edilen Şeytan’dır.
Bu düşmanlığın temel gayesi, insanları yaratılış amaçlarından uzaklaştırmak, onları Hak’tan saptırmak ve aralarına ayrılık (nifak) ve düşmanlık (fitne) sokmaktır.
Nitekim Bakara Suresi’nin 168. Ayeti gibi birçok yerde, Şeytan’ın bu vasfı açıkça belirtilir.
Şeytanın insanları Hak’tan uzaklaştırma stratejilerinden en sinsi ve etkili olanlarından biri, İlahi hakikatlerin taşıyıcıları (davetçiler, alimler, samimi Müslümanlar) ile bu hakikatlere potansiyel olarak muhatap olacak kimseler arasındaki ilişkiyi hedef almaktır.
Şeytan, doğrudan doğruya hakikatin yanlış olduğuna insanları ikna etmektense, hakikati temsil edenlerin şahsında veya tavrında kusurlar bularak insanları mesajdan soğutmayı dener.
Bu noktada, iletişimin biçimi, Şeytan için adeta bir Truva Atı işlevi görür.
Kaba ve kırıcı bir üslup, aşağılayıcı veya küçümseyici bir dil, gereksiz yere sert ve incitici sözler sarf etmek, öfke kontrolsüzlüğü gibi tavırlar, Şeytanın elindeki en keskin silahlar haline gelir.
Bu tür yaklaşımlar, muhatapların kalplerinde bir katılık ve direnç oluşturur.
Davetçinin taşıdığı mesaj ne kadar doğru ve derin olursa olsun, eğer sunuluş biçimi, İslam’ın özündeki rahmet ve nezaketle uyuşmuyorsa, Şeytanın işi kolaylaşır.
Şeytan, bu durumda hemen devreye girerek, “İşte bakın, kendilerini Hak ehli addedenlerin sözleri ve tavırları ne kadar gönül kırıcı, ne kadar merhametsiz! Eğer temsil ettikleri din veya hakikat böyle bir sertliği emrediyorsa, ondan uzak durmak daha iyidir!” şeklinde vesveseler fısıldar.
Bu vesveseler, muhatabın zihninde ve kalbinde önyargı perdesini daha da kalınlaştırır ve onları hakikatten uzaklaştırma hedefine ulaşır.
Mesaj, içeriğinden bağımsız olarak, onu taşıyanın üslup hatası yüzünden reddedilir hale gelir.
Oysa Rabbimiz, insanlarla konuşurken dahi en güzel sözü söylemeyi emretmiştir.
Bakara Suresi’nin 83. Ayeti’nde, İsrailoğulları’na verilen emirler arasında “insanlara güzel söz ( Kûlû linnâsi husnâ) söyleyin” buyrulması, bu prensibin ne kadar temel olduğunu gösterir.
Hatta Firavun gibi azılı bir zalime tebliğ vazifesi verilen Hz. Musa ve Hz. Harun’a bile, ona karşı “yumuşak söz” ( kûlâ lehu kavlen leyyinâ) söylemeleri Taha Suresi’nin 44. Ayeti’nde emredilmiştir.
Bu, mesajın ulaştırılacağı kişinin kim olduğuna bakılmaksızın, üslubun yumuşak ve nazik olması gerektiğinin en çarpıcı delillerindendir.
Hakikate davetin temel metodolojisi, Nahl Suresi’nin 125. Ayeti’nde belirtildiği gibi, “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet etmek” ( Ud’u ilâ sebîli rabbike bil-hikmeti vel-mev’izati-l-hasene) prensibine dayanır.
Hikmet; yerindelik, muhatabın halinden anlama ve sözü en uygun biçimde söyleme sanatıdır.
Güzel öğüt (Mev’izah-i Hasene) ise, kalpleri yumuşatan, nefisleri etkileyen, kırmadan, incitmeden yapılan nasihattir.
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.), bu ilahi prensiplerin yaşayan en kamil örneğidir.
O’nun ahlakı, bizzat Kur’an-ı Kerim tarafından “pek yüce bir ahlak” (Kalem Suresi, 4. Ayet) olarak tanımlanmıştır.
Al-i İmran Suresi’nin 159. Ayeti’nde belirtildiği gibi, O’nun müminlere karşı gösterdiği “Allah’tan bir rahmet sayesinde yumuşak huyluluk” ( fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum) sayesinde ashabının etrafında toplandığı, eğer kaba ve katı kalpli olsaydı dağılıp gidecekleri ifade edilir.
Bu Ayet, davette ve insan ilişkilerinde üslubun, bir topluluğun oluşması veya dağılması kadar kritik bir rol oynadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Davette güzel üslup, sadece bir ahlaki fazilet değil, aynı zamanda Şeytanın insanları hakikatten uzaklaştırma hilesini etkisiz hale getiren, kalplerin kapılarını aralayan ve mesajın ruhlara nüfuz etmesini kolaylaştıran stratejik bir gerekliliktir.
Güzel söz, muhatapta güven ve samimiyet duygusu uyandırır, önyargıların çözülmesine yardımcı olur ve mesajın içeriğinin, onu taşıyan kişinin olumsuz tavırlarının gölgesinde kalmasını engeller.
Bu, aynı zamanda İslam’ın özündeki rahmet, şefkat ve kuşatıcılığın bir yansımasıdır.
Şeytanın, hakikat temsilcileri ile muhatapları arasına iletişim bozuklukları üzerinden mesafe koyma çabası, müminin uyanık olması gereken önemli bir tuzaktır.
Bu tuzağa düşmemenin yolu, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’nin emrettiği şekilde, her durumda “güzel söz” söylemeye, “hikmetle ve güzel öğütle” hareket etmeye azami özeni göstermekten geçer.
Davetçinin üslubu, Şeytanın vesveseleriyle örülmek istenen duvarları ya yıkacak ya da ne yazık ki daha da sağlamlaştıracaktır.
Bu bilinç, her mümin için davet vazifesinin ayrılmaz bir parçası olmalıdır.