Beşer Dilinde İlahi Sanat: Bir Tebliğ Tefekkürü, Üslubun Büyüsü, Sözün İncisiyle Gönüllere Yolculuk

Alemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’nın, beşeriyete bahşettiği kutlu kelamında nice hikmetler, nice sırlar gizlidir.

O kelam ki, hakikatin ta kendisidir; karanlıkları aydınlatan bir nur, gönüllere şifa, akıllara rehberdir.

Ve bu hakikatin insanlığa tebliği, yani ulaştırılması, müminlerin üzerine yüklenmiş mukaddes bir emanettir.

Ancak bu tebliğ vazifesi öyle alelade bir çaba değil, ilahi bir sanat, derin bir sorumluluktur.

Allah Azimüşşan, Kelam-ı Kadim’inde, biz kullarına hitaben, tebliğin ve hakikat yolunda söz söylemenin en temel prensibini şu mübarek ayetle ferman buyurmuştur: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozmaya çalışır. Şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.” (el-İsrâ, 53).

Bu ayet-i kerime, zahiren kısa gibi görünse de, müminlerin iletişim ahlakı, tebliğ metodolojisi ve hakkın temsilindeki üslup konularında eşsiz bir derinlik barındırmaktadır.

Burada Rabbimiz sadece ‘doğru sözü söyleyin’ dememekte, ‘sözün en güzelini söyleyin’ buyurmaktadır.

Bu ifade, tebliğde sadece içeriğin (hakikatın) değil, aynı zamanda sunuluş biçiminin (üslubun) da ne kadar hayati bir öneme sahip olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.

Hakkı haykırmak ne kadar farz ise, o hakkı kalplere nakşedecek bir güzellikte sunmak da o denli mühimdir.

Düşünelim! Hakkın mutlakiyeti tartışılmaz.
O, göklerde ve yerde tecelli eden yegane hakikattir.

O’nu bilmek, O’na iman etmek ve O’nun yolunda yürümek insanlığın kurtuluşudur.

Bu yüce hakikati başkalarına ulaştırma gayreti olan tebliğ, imanın bir gereği, sorumluluğun bir ifadesidir.

Ancak bu tebliğ esnasında sertlik, kabalık, aşağılama veya kırıcı bir üslup kullanmak, aslında bizzat o kutsal hakikatin önünde bir set oluşturabilir.

Sözün güzelliği, tıpkı narin bir çiçeğin mis kokusu gibi, muhatabın gönül kapılarını aralar.

Sert ve haşin söz ise, o kapıları kapatır, hatta kilitleyebilir.

Ayetteki “sözün en güzeli” (ahsen) ifadesi, lafzın sadece gramatik güzelliğini değil, aynı zamanda mananın derinliğini, hikmetin inceliğini, üslubun yumuşaklığını, nezaketi, sabrı ve en önemlisi samimiyeti kapsar.

Bu, muhatabın durumuna, anlayış seviyesine ve ruh haline uygun bir hitap şekli demektir.

Bazen yumuşak bir tebessüm, bazen müşfik bir dokunuş, bazen de hikmet dolu, düşündüren bir soru, sert bir nasihatten çok daha etkili olabilir.

Allah Teâlâ, Hz. Musa ve Hz. Harun’u Firavun gibi azgın bir diktatöre gönderirken bile onlara “Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler, yahut ürperir.”
(Taha, 44) buyurmuştur.

Bu, üslubun en zorlu şartlarda bile ne denli belirleyici olduğunu gösteren açık bir ilahi talimattır.

Şeytanın insanlar arasına nifak sokmak için “apaçık bir düşman” olarak pusuda beklediği de ayetin devamında zikredilir.

Şeytanın en sevdiği yollardan biri, hakkın temsilcileri ile muhatapları arasına düşmanlık, kırgınlık ve yanlış anlaşılmalar yerleştirmektir.

Sözdeki kabalık, kırıcı üslup, öfke ve hor görme, şeytanın bu amacına hizmet eden en etkili silahlardır.

Hakkı en doğru şekilde bile söyleseniz, eğer üslubunuz güzellikten yoksunsa, şeytan hemen devreye girer ve “Bakın işte, hak ehli dedikleriniz ne kadar kaba, ne kadar katı kalpli!” vesvesesini yayarak insanları hakikatten soğutur.

Sözün güzelliği ise, şeytanın bu hilesini boşa çıkarır.

Zira güzel söz, gönüller arasında bir köprü kurar, ön yargıları yıkar ve muhatabın hakikate kulak vermesini kolaylaştırır.

Hak yolunda olmak, sadece doğru bilgiye sahip olmak demek değildir; aynı zamanda o doğru bilgiyi en hikmetli, en nazik ve en etkili biçimde aktarabilme kabiliyetini de gerektirir.

Tıpkı bir hekimin, en doğru ilacı en uygun dozda ve hastanın kaldırabileceği bir şekilde vermesi gibi, hakikatin tebliği de muhatabın manevi haline uygun bir “dozaj” ve “sunum” ile yapılmalıdır.

İslam alimleri, bu ayetten yola çıkarak, tebliğin sadece bir “nakil” değil, aynı zamanda bir “ikna” ve “gönül fethi” sanatı olduğunu vurgulamışlardır.

İmam Gazali gibi mütefekkirler, ilmin ancak güzel ahlak ile birleştiğinde kemale ereceğini belirtmişlerdir.

Tebliğcinin sahip olduğu bilgi ne kadar derin olursa olsun, eğer bunu karşı tarafa ulaştıracak hikmetli ve güzel bir dili yoksa, o bilgi kendi kabuğunda kalmaya mahkumdur.

Dolayısıyla, ey hakikat sevdalısı! Tebliğ vazifenin ne denli büyük bir emanet olduğunu idrak et.

Hakkın yanında dimdik durmak ne kadar önemliyse, o hakkı dile getirirken “sözün en güzelini” seçmeye özen göstermek de o denli önemlidir.

Dilinden dökülen her kelime, ya kalpleri aydınlatan bir ışık olacak, ya da katılaştıran bir diken.

Üslubun, tebliğ ettiğin hakikatin bir yansımasıdır.

Yumuşaklık, sabır, nezaket ve samimiyet, tebliğ silahlığının en keskin kılıçlarıdır.

Zira Allah, güzelliği sever ve güzellikle yapılan işleri mübarek kılar.

Unutma ki, “İslam güzel ahlaktır.” Hadis-i şerifi, dinin özünü veciz bir şekilde ifade eder.

Ve güzel ahlakın en temel tezahürlerinden biri de güzel sözdür.

Öyleyse, hakikat pınarından içtiğin her damlayı, başkalarına sunarken, o pınarın berraklığına yaraşır bir kadehle sunmaya gayret et.

Sözün, tıpkı Kur’an ayetleri gibi, kalpleri titreten, akılları aydınlatan ve ruhları yükselten bir güzelliğe sahip olsun.

İşte o zaman, tebliğin gerçek manada yerine gelmiş, Hakkın rızası kazanılmış ve şeytanın hilesi boşa çıkarılmış olacaktır.

Bize Ulaşın

Soru, talep ve önerileriniz için bize yazabilirsiniz.